Kim bilir belki de ölüm çerçeveli bir fotoğraftı yaşam. Dünyada fotoğraf anını doldurmak için nefeslerimiz sayılı. Her bir an, altın değerinde tam olarak. Yaşamanın kıymetini bilmek, hepimizin isteği, evet! Ve yaşamın kıymeti; içimden öyle söylemek geliyor ki yaşamı sevmek, yaşamaktan sevinç duymakla ilgili. "Yaşama sevincini nasıl taşıyorsun içinde ?" şeklinde soruları yetişkinliğimin başlarından beri alırım. İlk gençlik dönemi enerjisi birçoğumuzda zaten var. Gelelim ben bu yazıyı niçin yazıyorum. Belki bu sorulara bu yolla cevap verebilirim diye...Kişisel gelişim ile ilgili olmayan bir amaç taşıyorum bu yazıyı yazarken. Sevincimin, enerjimin nereden geldiğinin sırrını bir nebze de olsa kendimce sizlere anlatmak için... Tamamen anlatamam istesem de çünkü her birey kendi özünde taşır bambaşka olarak yaşamın, yaşamanın sevincini. Ben ise kendi kalbimin, ruhumun pencerelerinden bakmak istiyorum yaşamaya bu yazıda, hatta hayatımda...
Güne başlamış gibi başlamak isterim bu yazının meselesine..."Günaydın" derken hissettiğim bir duygu var ise o da gerçekten bu kelimenin sadece bir kelime olmasının ötesine geçmesiyle yakından ilgili. Kalbim, günümün aydın, ışıkla dolu olması, iyiliklerle, iyi insanlarla karşılaşma dileğiyle dolu. Elbette her an taşıyamam bu duyguları. Unuttuğumda aydınlığın isteğini, karşıma çıkan bir "günaydında" tekrar bulmak isterim benliğimi. Tebessüm, birçok güzelliğin anahtarı. Bu anahtarı bir maske gibi taşıyamam ki yüzümde. Öncelikle kalbim mütebessim olmalı, dünyaya ve yaşama karşı. Mütebessim bir kalp demek Yaratıcıya, insanlara ve elbette yaşama karşı müteşekkir bir insan demektir. Ola ki tek başımayım, yine de gülümserim kendi kendime biliyor musunuz ? :)Hem bana deli diyecek biri bile yokken... Ola ki çevremde birileri var. Gülümserim, gözlerimle...Gökyüzüne karşı. Ola ki kapalı bir alandayım, kalbimle gülümserim. Huzuru hissetmeye çabalayarak...
Gelelim, olumlu düşünmek meselesine. Negatif ve pozitifin tam ortasında, nötr kalmaya çalışıyorum. Tıpkı elektrikte olduğu gibi negatif yüklü bir durumla, bir insanla karşılaştığımda bir parça "negatif" oluyorum. Aynı şekilde pozitif ile karşılaştığımda "pozitif" oluyorum. Fazlaca elektrikle yüklendiğimi hissettiğimde toprağa basmam gerekli elbette... Beton dünyasında bu çoğu zaman mümkün olmuyor tabii ama elden geldiğince toprakla bütünleşip, fazla yükü bedenden uzaklaştırmak lazım :) Hiç mi toprakla buluşmadık ! O zaman beynimizi arındırmak gerekli. Bir cam bardağı ele alalım ne bir damla su fazla alır ne eksik. Alabileceği su miktarı bellidir. Beyin de tıpkı bardak gibi alabileceği düşüncelerin miktarı belli. Telefon hafızası da öyle.... Gereksiz bilgilerden arındırmak, hafızayı temizlemek lazım. Biraz manen yaşamaya çalıştığım bir ibadetten bahsetmek istiyorum. Dua... Çoğu zaman geceleri aklımıza gelen isteklerin bütünü gibi algılansa da gün içinde dilimizde ve aslında kalbimizde sürekli dilekler, dualar var. Nezaket olarak incelenir bu söylenilenler. Ama biraz önce bahsettiğim içten gülümseme de eklenirse pat diye dilek, dua oluverir her bir kelime. Teşekkür etmenin şükürden geldiğini hepimiz biliriz. Teşekkür ederken, öyle bir gülümseme halinde olduğumuzu düşünelim ki karşı taraf "iyi ki varsın" demek istediğimizi onun varlığı için şükrettigimizi hissedebilsin. Teşekkürlerimiz de kalben olsun, tebessüm ile. Özür dilerken, Yaratan'dan karşı tarafı üzdüğümüz için belki bir kırgınlık olduğu için, af dilemiş oluruz bir bakıma... Özür "dilemek" duadır. Tıpkı teşekkür ederken "iyi ki varsın" anlamında şükür duasında bulunduğumuz gibi. Yemekten sonra yemeği hazırlayan kişiye "eline sağlık" demek! O an herkes gülümser, dikkat edin. Biraz da kişisel dualardan bahsetmek isterim. Bazı anlar vardır duayla içimin dolduğu. Ve bir taktik vereyim, içinize dua etme isteği geldiğinde kesinlikle kalbinizi dolup dolup taşırın. Zira, Yaratan'a istenilen hiçbir şey ağır gelmez. Yağmur yağarken isteyin! Hatta şemsiyeleri bir kenara bırakın, yağmurda ıslanıp yürürken yolda isteyin, kalbinizden. Belki otobüse başınızı koydunuz, kimsenin aklında dua etmek yok, işte o an isteyin. Velhasıl duayı şöyle tanımlıyorum. Ben istiyorum, Yaratan er veya geç kabul ediyor. Ya da öbür dünyaya bırakıyor duamı, hissediyorum. Ve Yaratan ile benim aramda kalbimi, isteklerimi yalnız ona açtığım için özel bir bağ oluyor. Ve şunu bilelim ki o bağ, bizim belki de hayattan kalma sebebimiz. Yaşama tutunma sebebimizin en başında geliyor. Ve gelelim çerçeveye, yaşama sevinciyle doluyken ölümü unutmuyoruz elbette. Ölümü bilakis hayata en yakın an olarak algılıyoruz. Yazının başında "Kim bilir belki de ölüm çerçeveli bir fotoğraftı yaşam" demiştim. Bizi ayakta tutandır ölüm...
Ya sonsuz bir dünya hayatı olsaydı ? Bedenimiz belki dayanabilirdi... Yaratan'ın izniyle. Kalbimiz de dayanabilirdi. Ya ruhumuz ? Ruh bedende her ne kadar özgür olma isteği ile dolu olsa da hapis...Bu mahkumiyetin perdeleri ise ahiret inancı ile aralanıyor...Ahiret inancı olan insan, ruhunun ölümle ölmeyeceğininin farkında olarak ölümün bir son değil, bir geçiş, bir eşik olduğu bilinciyle yaşar, hareket eder. Yaşamımızın ölümümüzü anlamlı kılması, ölümün de tıpkı fotoğrafı görünür kılanın çerçeve olması gibi bizi ayakta tutması bizden biri olması duasıyla sonlandırmak isterim cümlelerimi... Yaşamımız da ölümümüz de hayırla dolsun...Yaşama sevincimiz, hiç sönmesin...
26 Mayıs 2022
Çok güzel bir yorum
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Sil